Cildimiz, vücudumuzun hem estetik bakımdan güzel görünmesine vesile olur, hem de dışarıdan gelen menfî tesirlere karşı vücudu koruyucu bir kalkan vazifesi yapar. Meselâ, mekanik ve kimyevî yara ve tahrişlerden, güneşin zararlı ışınlarından ve hastalık yapıcı mikroplardan korunmamıza vesile olur. Derinin yüzeyinde milyonlarca mikroorganizma yaşamasına rağmen, bu engelden kolay kolay geçemezler. Ancak deride bir çizik olursa, derinlere ulaşıp hastalık sebebi olabilirler. Cildin yapısı mikroskopta ayrıntılı olarak incelenirse, onun basit bir örtü olmadığını aksine birçok önemli vazifeler verilmiş bir organ olduğunu görürüz. Deri, ayrıca sıcak, soğuk, dokunma ve ağrı duyularını almaya, terleme, damar genişlemesi ve daralması yoluyla vücut ısısını düzenlemeye, Langerhans dev hücreleriyle geçmeye çalışan mikropları öldürmeye, D vitamini sentezine, yara iyileşmesine, terleme yoluyla toksinleri atmaya yardımcı olan önemli bir organımızdır.
Deri içte dermis, dışta epidermis olmak üzere iki temel hücre tabakasından yapılmıştır. Beş alt birimden teşkil edilmiş epidermis, kimliğimizi tanıtmada en önemli işaretleri taşır. İnce tabakalar hâlindeki her birim, farklı fonksiyonlar görecek şekilde düzenlenmiştir. Bu beş ayrı tabakayla deriye önemli miktarda esneklik ve elâstikiyet kazandırılır. Bu tabakalar, birbirlerinin üzerinde hafifçe kayarlar ve basınç uygulandığında sıkışabilirler. Sert bir zemine oturduğumuzda sıkışırlar. Bu durum, bir tükenmez kalem yayının sıkışmasına veya araba amortisörlerine yük bindirilmesine benzetilebilir. Sert zeminden temas kaldırıldığında ise, tekrar eski konumlarına geri dönerler. Bu elâstikiyet derinin sağlamlığı açısından çok önemlidir.
Derimizin ince yapısında sık lifli bağ dokusu içine gömülmüş durumda ter bezleri, duyu alıcı reseptörler, kılların çıktığı kökler ve buralara bağlı kıl kasları, serbest sinir uçları ve kılcal damar ağları bulunur. Serbest sinir uçları sıcağa, soğuğa, basınca ve ağrıya duyarlı olmalarıyla pek çok ayrı görevi ifa edecek şekilde yaratılmıştır. Kan dolaşımının devamı benzer şekilde, kıyas kabul etmeyecek kadar ince hesaplara dayanır. Kan damarları deriye geldiğinde, kılcallar hâlinde bir ağ gibi dağılır.
Derinin alt kısmındaki atardamarlarda kan basıncı, toplardamarlardakinden daha yüksektir. Deriye dışarıdan uzun süreli basınç uygulanırsa, toplardamarlardaki basınç artar ve o bölgedeki kılcal damarlarda kan akışı bozulur. Oksijen, şeker ve diğer gıda ürünleri bu bölgelere ulaştırılamadığı gibi atık maddeler de uzaklaştırılamaz ve dokuda beslenme bozukluğu ortaya çıkar.
Derimizdeki duyu alıcı hücreler, bağlandıkları sinirler yoluyla, doku beslenme bozukluğunu algılayıp birtakım kimyevî ürünler aracılığı (asetilkolin, bradikinin, histamin gibi) ile hâdiseyi beynimize bildirir. İradî veya irade dışı olarak, beynimizin duruma müdahalesi ile beslenme bozukluğu tehlikesini bertaraf edecek şekilde pozisyonumuzu değiştiririz ve böylece ilgili yerdeki kan dolaşımı düzeltilir. Bu safhada hâdise geriye dönebilir; ancak, basınç devam ederse, deri hücreleri dıştan içe doğru ölmeye başlar. Sağlıklı insanlarda iyi çalışan bu sistemler, yoğun bakım hastalarında veya felçlilerde bozulduğu için, dokunun beslenemediği bu safhada olaya müdahale edilemez. Bu tehlikeli tabloyu basit bir benzetme ile daha kolay anlayabiliriz. Mahallemizdeki çöpün uzaklaştırılması veya gıda ürünlerinin mahalleye ulaşması için karayollarının kullanılması gerektiği gibi, beslenme yoluyla aldığımız mineraller, vitaminler ve hayat için gerekli pek çok ürünlerin en ücra köşelere kadar taşınması ve oralardaki atık ürünlerin uzaklaşması için kan damarlarının açık olması gerekir. Bu durum mükemmel bir denge içinde hayat boyu aksamadan devam etmek mecburiyetindedir.
Basınç yarası oluşmuşsa, evimizin kapısı kırılmış ve dışarıdaki tehlikelere doğrudan maruz kalmış gibi oluruz. Dışarıda bekleyen ve bir türlü içeri giremeyen bakterilere serbest giriş vizesi verilmiş olur. Vücudumuzda sırt, kalça, diz, dirsek, ayak topuğu ve omuz gibi çıkıntılı bölgeler, yatarken daha fazla basıya maruz kaldığı için, daha fazla risk altındadırlar. Bu bölgelerden birisine iki ila altı saat sürecek bir bası, cilt bütünlüğünü bozmaya yetecek bir süredir. Günlük uyku ihtiyacımız ortalama 6-8 saat gibi olduğuna göre, uykumuzda birkaç defa pozisyon değiştirmemiz gerekmektedir. Dolayısıyla bu riski her gün uykumuzda yaşarız, ancak mükemmel çalıştırılan koruyucu sistemler sayesinde, hiç farkında olmadan uykumuz boyunca çeşitli hareketlerle pozisyonumuz değiştirilir ve bu tehlikeli durum atlatılır. Bunun ne büyük bir lütuf olduğunu yoğun bakım eğitimi alan hekimler ve yoğun bakım çalışanları daha iyi bilirler. Zîrâ yoğun bakım hastaları hareket kabiliyetlerini büyük ölçüde kullanamaz veya felç gibi bir sebeple tamamen hareketsizdirler. Bu hastalarda bası yaralarını önlemek için havalı yatak kullanılması ve sağa sola belli aralıklarla çevirme gibi pek çok koruyucu tedbir alınmasına rağmen, önemli oranda bası yarası oluşur ve hastaların önemli bir kısmı bu yaralar sebebiyle oluşan mikrobik iltihaplardan kaybedilir.1
Cildimizdeki bu mükemmel koruyucu mekanizmaya, Kur'ân-ı Kerîm'de de işaret edilir: "Kendileri uykuda oldukları hâlde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları gâh sağa gâh sola (yanları ezilmesin diye) çevirirdik.'' (Kehf Suresi, 18. âyet) Bası yaralarının önlenmesinde pozisyon değişikliğinin önemi yüzyıllar öncesinde Kur'an-ı Kerîm'de bu âyetle anlatılmıştır. Bu örnek gösterir ki, Kur'ân-ı Kerîm pek çok ilmî gerçeğe ışık tutmaktadır. Bu ve benzeri tefekkür örneklerinin fark edilmesi için de, peşin hükümsüz bir şekilde İlâhî Beyan'a ilim adamına yakışır bir şekilde dikkatle bakılıp ders alınması gerekir.
Derimizin ince yapısında sık lifli bağ dokusu içine gömülmüş durumda ter bezleri, duyu alıcı reseptörler, kılların çıktığı kökler ve buralara bağlı kıl kasları, serbest sinir uçları ve kılcal damar ağları bulunur. Serbest sinir uçları sıcağa, soğuğa, basınca ve ağrıya duyarlı olmalarıyla pek çok ayrı görevi ifa edecek şekilde yaratılmıştır. Kan dolaşımının devamı benzer şekilde, kıyas kabul etmeyecek kadar ince hesaplara dayanır. Kan damarları deriye geldiğinde, kılcallar hâlinde bir ağ gibi dağılır.
Derinin alt kısmındaki atardamarlarda kan basıncı, toplardamarlardakinden daha yüksektir. Deriye dışarıdan uzun süreli basınç uygulanırsa, toplardamarlardaki basınç artar ve o bölgedeki kılcal damarlarda kan akışı bozulur. Oksijen, şeker ve diğer gıda ürünleri bu bölgelere ulaştırılamadığı gibi atık maddeler de uzaklaştırılamaz ve dokuda beslenme bozukluğu ortaya çıkar.
Derimizdeki duyu alıcı hücreler, bağlandıkları sinirler yoluyla, doku beslenme bozukluğunu algılayıp birtakım kimyevî ürünler aracılığı (asetilkolin, bradikinin, histamin gibi) ile hâdiseyi beynimize bildirir. İradî veya irade dışı olarak, beynimizin duruma müdahalesi ile beslenme bozukluğu tehlikesini bertaraf edecek şekilde pozisyonumuzu değiştiririz ve böylece ilgili yerdeki kan dolaşımı düzeltilir. Bu safhada hâdise geriye dönebilir; ancak, basınç devam ederse, deri hücreleri dıştan içe doğru ölmeye başlar. Sağlıklı insanlarda iyi çalışan bu sistemler, yoğun bakım hastalarında veya felçlilerde bozulduğu için, dokunun beslenemediği bu safhada olaya müdahale edilemez. Bu tehlikeli tabloyu basit bir benzetme ile daha kolay anlayabiliriz. Mahallemizdeki çöpün uzaklaştırılması veya gıda ürünlerinin mahalleye ulaşması için karayollarının kullanılması gerektiği gibi, beslenme yoluyla aldığımız mineraller, vitaminler ve hayat için gerekli pek çok ürünlerin en ücra köşelere kadar taşınması ve oralardaki atık ürünlerin uzaklaşması için kan damarlarının açık olması gerekir. Bu durum mükemmel bir denge içinde hayat boyu aksamadan devam etmek mecburiyetindedir.
Basınç yarası oluşmuşsa, evimizin kapısı kırılmış ve dışarıdaki tehlikelere doğrudan maruz kalmış gibi oluruz. Dışarıda bekleyen ve bir türlü içeri giremeyen bakterilere serbest giriş vizesi verilmiş olur. Vücudumuzda sırt, kalça, diz, dirsek, ayak topuğu ve omuz gibi çıkıntılı bölgeler, yatarken daha fazla basıya maruz kaldığı için, daha fazla risk altındadırlar. Bu bölgelerden birisine iki ila altı saat sürecek bir bası, cilt bütünlüğünü bozmaya yetecek bir süredir. Günlük uyku ihtiyacımız ortalama 6-8 saat gibi olduğuna göre, uykumuzda birkaç defa pozisyon değiştirmemiz gerekmektedir. Dolayısıyla bu riski her gün uykumuzda yaşarız, ancak mükemmel çalıştırılan koruyucu sistemler sayesinde, hiç farkında olmadan uykumuz boyunca çeşitli hareketlerle pozisyonumuz değiştirilir ve bu tehlikeli durum atlatılır. Bunun ne büyük bir lütuf olduğunu yoğun bakım eğitimi alan hekimler ve yoğun bakım çalışanları daha iyi bilirler. Zîrâ yoğun bakım hastaları hareket kabiliyetlerini büyük ölçüde kullanamaz veya felç gibi bir sebeple tamamen hareketsizdirler. Bu hastalarda bası yaralarını önlemek için havalı yatak kullanılması ve sağa sola belli aralıklarla çevirme gibi pek çok koruyucu tedbir alınmasına rağmen, önemli oranda bası yarası oluşur ve hastaların önemli bir kısmı bu yaralar sebebiyle oluşan mikrobik iltihaplardan kaybedilir.1
Cildimizdeki bu mükemmel koruyucu mekanizmaya, Kur'ân-ı Kerîm'de de işaret edilir: "Kendileri uykuda oldukları hâlde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları gâh sağa gâh sola (yanları ezilmesin diye) çevirirdik.'' (Kehf Suresi, 18. âyet) Bası yaralarının önlenmesinde pozisyon değişikliğinin önemi yüzyıllar öncesinde Kur'an-ı Kerîm'de bu âyetle anlatılmıştır. Bu örnek gösterir ki, Kur'ân-ı Kerîm pek çok ilmî gerçeğe ışık tutmaktadır. Bu ve benzeri tefekkür örneklerinin fark edilmesi için de, peşin hükümsüz bir şekilde İlâhî Beyan'a ilim adamına yakışır bir şekilde dikkatle bakılıp ders alınması gerekir.
Kaynak: sizinti.com.tr
0 yorum:
Yorum Gönder